“Yaşlı ve engellilerimiz toplumun çimentosu” dersem, hoppala bu da nereden çıktı demesin kimse...

Huzurevinde yaşlılarla çekilen fotoğraflar...

Engelli kardeşlerimizle çekilen fotoğraflar ajanslara yansıdıkça içim buruluyor demek asla istemiyorum ama... 

“Onlara yeterince sahip çıkabiliyor muyuz?” sorusunu kendime sormadan da edemiyorum.

Devlet daireleri artık iş alımında engellilere engel seviyelerine göre pozitif ayrımcılık yapıyor, bunu yakından takip ediyoruz…

Huzurevlerinde ninelerimiz dedelerimiz en iyi şartlarda bakılıyor buna da inanıyor ve güveniyoruz ama onları sıcacık bir şefkatle karşılayıp, bağrımıza basabiliyor muyuz?..

Tıpkı dün gazetede gördüğüm Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un görme engelli çocuğu sıkıca sarması gibi…

Gözleri görmeyen o minicik yürek "Sizi hissedebiliyorum" diyor…

Ne büyük yürek o öyle... 

Gözler görmüyor ama sizi hissedebiliyorum diyebilmek…

Bu hissiyat bu çocuğumuzu hayata saracak eminim.

O görmeyen gözlerle bir üniversiteyi de kazanacaktır bundan da eminim.

Görmeyen gözleri ona hayatı boyunca engel çıkarmayacaktır buna da eminim ama toplumumuzun engelli kısmına bu özgüveni verebilecek eğitim imkanını sağlayabiliyor muyuz?..

Keşke çok büyük bir bölümü için evet diyebilseydim…

Şu empati kelimesinin Türkçe karşılığı olmadığı için nefret ediyorum… 

Ama cümle olarak güzel bir karşılığı var…

Kendini onun yerine koymak...

İşte siz de kendinizi bir süre bu engelli kardeşlerimizin yerine koyun…

Sahtecikten de olsa tekerlekli sandalyeye oturun... 

Çok değil, 24 saat gözünüze bir çaput bağlayıp dolaşın..

Ya da ne bileyim ayağınızın birini iptal edin değnekle dolaşın, çok değil bunu 24 saat yapacaksınız sadece…

İşte o zaman anlayacaksınız bazı şeylerin değerini…

Arapların bazı huylarını hiç sevmem hatta pek çok huyunu sevmem ama bir atasözleri var ki çok güzel…

Ayakkabım yok diye ağladım ayaksız adam görünceye kadar…

Allah bize ayakkabı özlemini ayaksız kaldığımız için yaşatmasın…