Yazmak istediğinde kalem kırılırsa,
Okumak istediğinde lamba sönerse,
Görmek istediğinde güneş batarsa,
Sen bu hayatın neresinden tutunursan tutun,
İnsanların gözlerine baktığında ışıldamıyorsa karanlığı en derinine kadar yaşıyorsun. 
Kalem mürekkebi almıyor, okumak istediğini anlamıyor, gördüklerini algılayamıyorsun.
Şöyle derinden bir of çeksem karşıki dağlar yıkılacak sanıyorsun. 
Yüzlerdeki ifade şaşkınlığını, yıkık çehreleri, bocalayan davranışları gördüğümde dünyanın yalanından ziyade derdi kederi  yine insanlığın verdiğine kanaat getiriyorum. İnsanoğlunun koskoca bir kainatı evire çevire dövdüğüne şahit oluyorum.
Bazen öyle bir çetrefilli karamsarlığa kapılıyorum ki; ne oldu bize, neden bu haldeyiz, niçin herkes birbirini ezmek için koşturuyor? 
Güçlü güçsüzü illa ezmek sorunda mı? 
Kıyamet mi kopar, dünya mı insanlığı döver? Demeden geçemiyorum. 
Hiçbiri değil tabii ki insanın insana verdiği zarar ziyanı hiçbir canlı cansız varlık vermiyor. 
Şu mutluluk denen duyguların formülünü arayıp bulsaydık eminim kapitalist sistem onu da kaşla göz arasında pakete sarıp satardı.
Eğer ki aldığımız hava görünseydi bu açgözlü rejim onu da afili naylon torbalara vakumlar gıdım gıdım dağıtır kahrolası kağıt parçalarına çevirirdi. 
Hal böyleyken; mutsuzluk tavan yapıyor, umutlar tabanda yatıyor! Toplum psikolojisi darmadağınken sosyologların halini düşünemiyorum. Haliyle bu durumda insanlık kendine bir kurtarıcı bir yol gösterici arıyor! 
Ararken kime neye nasıl inanacağını bilmiyor. 
Buhranlı andan kaynaklı okumadan, anlamadan karşısına ilk çıkan insana sırtını yaslamak istiyor. Bazen öyle bir tembellik ediyor ki oturup bekleyeyim çalışmadan zengin olayım triplerine giriyor.
Birileri hazır getirsin pişirsin taşırsın hatta çatalla lokmaları ağzıma koysun beklentisine düşüyor. Hali hazırdan hazır cevap şekline düşmenin kolaylıkları bunlar... 
Okumadan öğrenmeden düşünen, düşünmeden konuşan eyleme geçen toplumu  üzülerek TV’lerde saçma sapan programlarda da görüyoruz. 
Hani kurtarıcıya ihtiyacımız var ya... 
Hani bizi kendimizi iyi hissettirecek umut aşılayacak bir kahraman ararız ya... 
Hani çıkmaz sokağı çıkaran dar yolları genişleten, içimize su serpen sözler duymak isteriz ya...
İşte bu saydığım özellikleri hoca görünümlü sahte kahramanlarda sananların…
Dünyayı onlar kurtaracakmış gibi masal dinleyenlerin programları geldi aklıma... 
Gece sahur programlarına çıkan, binlikleri, milyonları havada kapan ilahiyatçıları dinleyeyim bakalım neler anlatıyorlar diye TV kanallarını üşenmeden tek tek dolaştım ve hepsini dinledim.
Yahu biriniz de adaletten bahsedin! 
Yetimden, öksüzden, kul hakkından bahsedin! 
Kadına şiddetten, çocuk istismarından, hayvana eziyetten, doğa katliamından bahsedin! 
İşsizlikten, emek hırsızlığından, açgözlülükten bahsedin! 
Toplumu bölmekten, ayrıştırmaktan, kin ve nefretin kötülüğünden bahsedin! 
Uydurma hikayelerle, yoksulluğu özendirmekle, incir çekirdeğini doldurmayan soru-cevaplarla halkı uyuşturduğunuz yeter. 
Ne zaman ki hakkaniyetten, adil olmaktan, sevgiden, huzurdan, barıştan bahsedeceksiniz o zaman söz; hem vallahi hem billahi size inanacak, alkışlayacağım. 
Dininiz para oldukça ben sizin inancınıza ortak olmayacağım.
Bizim inanmaya ihtiyacımız var, bizim gerçeklere ihtiyacımız var. Bizim yalan dünyanın yalanlarıyla daha fazla avunacak takatimiz yok. Neden, ne ara böyle olduk? 
Bize ne mi oldu? 
Yoklukla yokluğu yendik, mağlubiyeti düşünmeye bile korktuk, açtık yorgunduk ama bir umudumuz yarınlara inancımız vardı.
Dürüsttük, kendimize ve diğerlerine hep güveniyorduk, ahlaki değerimiz hep yerindeydi. Adil olmak, hakkaniyeti savunmak hep bir sonraki hedefimizdi. Özgürlük naraları, zafer sarhoşluğu bu yüzdendi. Eğildik, büküldük, köstekledik, fırtınaya tutulduk, kasıp kavuran ayazlara dayandık, kör topal emekledik, yürüdük koşar adım hep ileriye…
Kazandık toparlandık, geliştik. Bundan böyle de iyiler gelecek, ha geldiler gelecekler derken bir ara gelir gibi oldu sonra geri dönmesi çok zor bir yola girdik. Hayatımızdaki U dönüşü dikkat trafiğe kapalı levhası oldu. Artık hem açız hem endişeliyiz hem dargınız hem kavgalıyız hem de bitkin, gerisini sayamıyorum…
Velhasıl aç ama mutluyuz!
Hayallerimize, vicdanlarımıza reklam arası verdik.
Umut yok mu? 
Hâlâ var ama umudu, ahlakı, düzeni, adaleti TV’lerden internetten kazanmaya çalışıyor, racon kesmenin çığırtkanlığıyla bağdaşıyoruz. Her yeni güne her yeni olayla uyanarak bütün bir günü onu konuşarak geçiriyor, bir hafta o konuşmalarla oyalanıyoruz. Biz bütün olup bitenle avunurken sahteler ortalıkta at koşturup kol geziyor. 
Utanılacak haldeyiz lakin yüzümüz kızarmıyor. Kahırdan ölecek gibiyiz ama pişkinlikten sırıtıyoruz. Çalanlar aynı oynayanlar aynı ta evimizin içine girip inancımızı sömürenlere karşı yüzümüzdeki perde kalbur oldu. 
Çok yazık! Bana sana size bize…
Ne mi oldu?
Hepsi bu! 
Kolay gele emmi, dayı, teyze, abla…
Gençlik kolay gele