Abartıyı yaşayan biraz uçlara giden ya magazin malzemesi oluyor ya dedikoduyu özendiriyor ya da desinler konuşsunlar diye şatafatın bel kemiğine oturuyor.

İyi ki doğa olaylarına müdahale edemiyoruz!

Yağan yağmur damlacıklarına ışıltılı pullar katıp onu da mahvetme yeteneğine sahip olmamız kaçınılmaz olurdu. Böyle kasırga mı olur, böyle kar mı yağar, neden mavi, kırmızı yağmıyor da beyaz yağıyor gibi…

Hiçbir şeyi beğenmeyen toplum olarak hep müdahale etmeliyiz, sürekli olaylar ve yaşananlar üzerinde oynamalıyız ki sadelik o meşrebe uygun olsun.

Örnek verecek o kadar çok abartımız var ki hangisini anlatsam ilgi çekmeyecek para etmeyecek!

Düğün hangi salonda olacak, oğlan tarafı veya kız tarafı ne alacak, davetliler ne takacak, kızın gelinliği oğlanın damatlığı nereden alındı, hangi moda evinde dikildi, pasta kaç katlı olacak, düğün yemekliyse kaç koyun kesilecek, kaç kazan yemek pişecek derdi alemi gerdiği gibi düğün sahibinin ‘benim kimden aşağı kalır yanım var’ havası beni benden alıyor…

Mezuniyet törenlerindeki öğrencilerin kıyafet yarışı, birbirinden üstün olma çabası ise yarınlara sağlam adımlarla basabilme gayesinden çok görselliğe önem veren nesilliğe yelken açmaktan başka bir şey değil. Amaçtan çok araca ilgi duyan gençliğin başarısı öte kıyıya geçemeyecek kadar zayıflığı gösteriyor.

Ya cenaze evlerindeki lahmacun, pide, ayran, pilav koşturmacasına ne demeli?

Cenaze sahibi yitip gidenin arkasından üzülüp yas mı tutsun yoksa taziyeye gelen eş dost ve akrabanın karnını doyurma derdine mi düşsün?

Her ölüm ölen insanın kıyameti olduğu gibi sevenlerinin de o kıyameti yaşaması demek!

O kıyameti tekrar tekrar yaşatmak ilk perşembesi, yedisi, kırkı, elli ikisi diye devam ediyor…

Sevap mı toplamaya çalışıyoruz veya aç karnımızı doyuracak kapı mı arıyoruz?

Acı keder sevinç illa gösterişli sofralar, takıp takıştırmalar, gıybet olmadan olmaz.

Kimde ne eksik ise önüne gelen fırsatla övünç madalyası olarak sunmaya çalışıyor.

Aşırılığın her yerinde gizli tahrik vardır.

Bir insan bilinciyle neyi çok reddediyorsa muhakkak bilinç altında onun tersini bekliyordur.

Bilincin yaptığı tek şey çarpıtmadır.

Düğünde kim ne giymiş, ne getirmişi bırakın…

Kim ne getiriyorsa gelin ve damada yuva kurmalarına yardım amaçlı gelen hediyelerdir.

Bırakın doğum günlerinde, sünnet düğünlerinde, mezuniyet balolarındaki şaşaayı… Karakteriniz insanlığınız, yaşamınız birkaç gün konuşulup sonra unutulacak boş sözlere bağlı değil…

Bırakın acı olan evde yemek peşinde koşmayı…

Acıyı hisseden acı çekene yemek taşısın.

Bırakın her yerde ikramın güzelini çirkinini, bırakın desinler sevdasını, şıklık gösterişini, bırakın kendinizde olmayan kişilik sergisini…

Kendimiz olduğumuz her yer her an bizi dolu ve vakur yapar.

Dolu başak eğik durur’ bilinçli insanın gösterişi sevmediğini anlatan ne de güzel sözdür.

Çarpıtmadan yapılan örf adetler, sadelik içinde devam eden gelenek görenekler bizimdir.

Biz olmayı reddeden her neden asaletten uzaklaştırır. Sade insanlar ortalığa dökülmez, konuşmalardan çok başı dik olmayı yeğler ve saygının duruşun devamlılığına değer biçmiştir. Aslımızı inkar etme eylemleri içine girmeye özensek de sadeliği ve huzuru arayan insanlar güruhuyuz.

Umudum çarpıtmadan, abartmadan, ayrışmadan güzelliğe, doğallığa iyi olmaya, iyi kalmaya…