Hiçbir kimsesi olmayan genç bir talebe şehir dışında iki odalı bir bağ evinde yaşıyor.

Karlı ve aşırı fırtınalı bir gecede, mum ışığında ders çalışırken evin kapısı çalınır. Delikanlı kapıyı açar, karşısında genç ve güzel bir kız.

Kız ‘Efendim yolumu kaybettim, evimizi bulamadım, burada bir ışık gördüm, buraya sığınayım dedim, beni bu gece misafir alır mısınız, dışarısı çok soğuk’ der. İlim talebesi genç peki der, diğer odayı alır ve kapıyı kapatır. Mum ışığında ders çalışmaya devam eder.

Aradan biraz zaman geçince kız merak eder, ‘Acaba bu genç ne yapıyor’ diye kapı aralığından bakar, gencin ders çalışırken arada bir elini muma tutup yanınca geri çektiğini ve tekrar ders çalışmaya devam ettiğini görür. Bu hal sabaha kadar devam eder.

Sabah olunca güzel ve genç kız gence teşekkür ederek çıkıp evine döner.

Merak eden ailesine, ‘Fırtınadan evimizin yolunu kaybettim, dolaşırken şehre uzak bir yerde bir ışık gördüm oraya sığındım, iki odalı bir kulübe, bir medrese talebesi ders çalışıyormuş beni içeri aldı.

Orada kalıp sabahleyin ayrılıp geldim’ der. Babası, endişelenince, ‘Baba korkma, benim yüzüme bile bakmadı, ayrı bir odaya geçirdi, o kendisi sabaha kadar kendi odasında ders çalıştı, bir ara kapı aralığından baktım, derse ara verip mumda parmağını yakıyordu, sabaha kadar, ara-ara hep mumda parmağını yaktı’ der.

Bu genç ve güzel kız padişahın kızıymış. Padişah iki görevli gönderip, bu genç talebeyi makamına getirtir. Olup biteni bir de ondan dinler.

Sonra, elini mum alevine tutmasının sebebini sorar.

Genç talebe der ki: ‘Efendim, ders çalışırken şeytan vesvese vermeye başladı, ben de böyle yapıp kendime,’Eğer şeytana uyarsan yarın vücudumun tamamı yanacak şimdi sadece parmağın acısına dayanamıyorsun bütün vücudun yanınca nasıl dayanacaksın?’ dedim, kızınızın yüzüne bile bakamadım.’

Padişah bu olaydan çok etkilenir, bu gence kızı ile evlenmesini, kendisine damat olmasını teklif eder. O da kabul eder.

Bu genç delikanlı daha güzel şartlar içinde tahsiline devam eder daha sonra ulemanın büyüklerinden olur, çok kıymetli bir fıkıh kitabı yazar. Bu hadiseden dolayı, gerçek ismi Abdurahman Bin Muhammed Şeyhizade olarak anılmayıp ‘Damat’ ismi ile meşhur olur.

Evet, güzel her daim güzeldir. Herhangi bir karşılık beklemeden sadece Allah (c.c.)rızası için yaptığınız asil davranışlar ama ahirette ama daha bu dünyada iken sizlere güzel bir şekilde karşılığı geliyor.

Sizin isteyip istemediğinizle değil. Beklentiniz de olmayabilir.

Ama hepimizde biliyoruz ki ister kötülük ister iyilik yapın muhakkak bir gün karşılığı göreceğiz.

Bize düşen kötülüklerden uzak durmaktır. Kötülüklere vesile bile olmamaktır.

Ne mutlu iyilik ve güzelliklere köprü olanlara…

İyilik et denize at, balık bilmezse halık bilir.

İnsanlar yapılan iyiliğin değerini bilmese bile Allah (c.c.) katında mutlaka bunun değeri bilinir.

İyiliğin ve doğru olmanın her geçen gün ne kadar değerli olduğunu hepimiz görüyor ve şahit oluyoruz.

Bazı insanlar doğruluktan anlamasa da siz doğru yoldan hiçbir zaman ayrılmayın…

Kazanan siz olursunuz.