Önceki ay Libya ile imzalanan deniz anlaşması ve bunun yansıması olarak oraya asker gönderme konusu Osmanlı tartışmalarını yine alevlendirdi.
Mevcut iktidarın Osmanlı özentisi bilinen bir gerçektir. 
Öteden beri bu dile getirilir de bu yaklaşıma şaşırmamak elde değil.
Her fırsatta yeni Türkiye'den bahseden iktidar aynı zamanda geçmişe özlemle yaşıyor. 
Bu nasıl bir tezattır.
Özellikle son bir kaç yıldır daha yoğun olmakla beraber bu Osmanlı konusu her geçen gün daha sık karşımıza çıkmakta.
Osmanlı 30 Ekim 1918 yılında imzalanan  ‘Mondros Antlaşması’ ile bitkisel hayata girmiş ve 1 Kasım 1922 yılında da Saltanatın kaldırılması ile 623 yıllık Osmanlı dönemi fiilen sona ermiştir.
Osmanlının çöküşü ile ilgili ciltler dolusu kitaplar yazılabilir.
Yazılmıştır da.
Ama özetleyecek olursak, bunun başlıca sebebi gelişen Dünyaya ayak uyduramamak denilebilir.
Her ne kadar 15. yüzyıldan itibaren Avrupa’da Rönesansın ilk dönemlerinde Fatih, Yavuz ve Kanuni ile Osmanlı çağa ayak uydursa da ilerleyen zamanlarda gelen padişahların hiçbiri onların ayarında olamamıştır.
Ve Osmanlının son ikiyüz yılında Abdulhamit Han'ı ayrı tutarsak ki Osmanlı için sonun başlangıcı Abdülhamit Han'ın bazı şer odaklar tarafından tahttan uzaklaştırılması ile olmuştur ki Abdülhamit Han tahtta kalsaydı Osmanlının son yıllarında düştüğü rezil durumlara maruz kalmayabilirdi.
Burada bir vurgu da Osmanlıya son darbeyi indiren hıyanet ve gaflet içindeki ‘İttihat ve terakki’ denen mason örgüte yapmak gerekir.
Sonuç olarak Osmanlı saltanatı yüz yıl önce şanlı tarihine yakışmayan şekilde üstelik işgal edilerek son bulmuştur.
Tabi şanlı tarihe sahip bütün uluslar gibi biz de tarihimizle gurur duyuyoruz.
Osmanlının yönetim anlayışında öyle ilkeleri vardır ki, yüzyıllar boyu Osmanlının ayakta kalmasını sağlamışlardır.
Öyle ilkelerdir ki, günümüzde de örnek almamız gereken ilkelerdir o ayrı.
Ama bizim anlatmak istediğimiz şey başka.
Eskiye özlem duyarak, eskiyi örnek alarak bir yere varılamaz.
Siz Dünya güçleri arasında yer almak istiyorsanız yeni şeyler söylemelisiniz.
Tabiyatın kanunları bunu gerektirir.
Ama bunu yaparken de gerçekleri konuşmak lazım.
Osmanlı büyük başarılar ve zaferlerle geçen dörtyüz yılın ardından, son ikiyüz yılında Sanayi devrimi ile başlayan gelişmelere ayak uyduramamış, bilimden, ilimden ve en önemlisi halkından uzak kalarak yozlaşmış ve çökmüştür.
Günümüzün gelişmiş ülkelerine baktığımızda hangisi geçmişine özlem duyarak veya geçmiş yönetim tarzını örnek alarak ilerlemiş.
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğuna ve güneşin batmadığı topraklara sahip olmuş Britanya imparatorluğu bile gelişen dünyaya ayak uydurarak ilerlerken Osmanlı özlentisi neyin kafası.
Osmanlıya özlemin Hilafet açısından dini boyutu da var ki bu da çok ayrı ve ayrıca ele alınması gereken bir konu.
Burada sadece şunu söyleyelim ki bazı kişilerin göstermeye çalıştığı gibi Osmanlı eşittir dindarlık demek değildir.
Bilakis son ikiyüz yıldaki çöküşün başlıca sebebi Hak yolundan çıkmak olmuştur.
Nihayetinde Osmanlı sevapları ve günahları ile yaşanmış ve geri gelmemek üzere bitmiştir.
Oradan alacaklarımızı alıp, içlerinden gurur duyacak atalarımız ile gurur duyup, yolumuza devam etmeliyiz.
“Eski eskide kaldı. Artık yeni şeyler söylemek lazım cancazım" değil mi?