Bu pazar da sizlere yine ibretlik bir kıssa...

Hz. Musa (a.s) kendisine vahiy ile işaret edilen zatı, bir kayanın üstünde hırkasına bürünmüş olarak gördü ve selâm verdi, “Ben Musa’yım” dedi.

Hızır (a.s.): “Demek Beni İsrail peygamberi olan Musa sensin!”

Musa (a.s.), “Bana Allah (c.c.) tarafından bildirilen, insanların en âlimi sen misin?” diye sordu.

“Ya Musa Allah (c.c.) bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur” dedi.

Musa (a.s.) Hızır (a.s.)’dan bu ilmi telakki etme arzusunu bildirdi. Zahiren akılla anlaşılması mümkün olmayan, kendisine bazı hakikatleri hikmetini Hızır’dan öğrenecekti.

Musa (a.s.) “Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. (Kehf/ 66)

Hızır (a.s.): “Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” (Kehf/ 67-68)

Musa (a.s.): “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın. Senin sözünden çıkmam.” (Kehf/ 69)

Hızır (a.s.), “Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiçbir şey hakkında bana sual sorma” dedi.

Ve o meşhur yolculuğa çıkıldı…

Nihayet gemiye bindikleri zaman Hızır (a.s.) gemiyi deldi.

Musa (a.s.) “Halkını boğmak için mi onu deldin? Ziyanı büyük bir iş yaptın" dedi.

“Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi?” dedi.

Hz. Musa’dan ilk unutma vaki oldu.

Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır (a.s.) hemen onu öldürdü.

Hz. Musa, “Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana nasıl kıyarsın? Fena bir şey yaptın” dedi.

“Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi" yanıtını aldı.

Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. Hızır (a.s) hemen onu doğrulttu.

Hz. Musa, "Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alabilirdin" dedi.

Hızır (a.s.) şöyle dedi: “İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.

Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu delerek kusurlu hale getirmek istedim. (Çünkü) onların gideceği yerde her (sağlam) gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı.

Erkek çocuğa gelince, onun anne babası, mümin kimselerdi; çocuğun onları sonunda azgınlık ve nankörlüğe düşürmesinden korktuk.

Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir define vardı; babaları ise iyi bir adamdı. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.”

Evet, sevgili dostlar, Hızır (a.s.) kıssası bazen hadiselerin arka perdesini bilememiz ve görmememiz gayet normaldir.

Bazı olayları akıl ve ilimle hemen çözemeyiz.

Yoksa zahiren geminin delinmesi hak sahiplerine haksızlıktır. Ancak sonuca baktığımızda büyük bir iyiliktir.

Gene bir gencin öldürülmesi cinayettir. Hiçbir dinde yeri yoktur. Bu çok özel bir durumdur. Asla hiç kimseye örnek teşkil etmez. Sadece yaşananların ibret ve hikmeti üzerinedir.

Ayeti kerimede; Sizin hayır sandığınızda şer; şer sandığınız şeyde hayır vardı Allah (c.c.) bilir siz bilmezsiniz…

Hayatımızın birçok noktasında bazen yaşarız. İstediklerimiz hemen olmayınca üzülürüz ancak sonradan o işimizin olmadığı için seviniriz… Ne demiş Allah dostu: "Kahrın da hoş, lütfun da hoş."

Kadere teslimiyet imanın şartlarındandır... Ne mutlu tedbirini alıp Allah'a tevekkül edene...