17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin üstünden 20 yıl geçmiş. TV ve radyolarda paylaşılan, “Sesimi duyan var mı?” haykırışı hala kulaklardadır. 
Çok insanın hayatı darmaduman oldu bu felaket sonrası. Allah’ın dediği olur elbette… Peki, o çürük binaları yaparak günahları pay eden yaratıklar… 
Saat 03.02'de merkez üssü Gölcük olan ve 45 saniye kadar süren 7.4 büyüklüğündeki depremle yıkılan nice hayaller… 
17 bin 840 kişi arasından kurtulan Ali Murat Duygun’un geçtiğimiz yıl sosyal medya hesabından paylaştığı bir yazıyı aktaracağım bugün sizlere.
Yalova’da bir enkaz altında bırakmıştı o her şeyini…
Öyle derin acıları vardı ki onun… Gözleri çok farklı bakar, en ufak şeylerden bile mutlu olurdu. Bir Urfalı sertliği de vardı ama!.. Ailesinden kalan tek insan, hayata bağlanma nedeni olan kızı Büşra Resim Öğretmeni olmuş ve sanki bütün dertler bitmişti. “Emekliliğim geldi artık. Oturduğum sitenin yöneticisi olursam, her yere ağaç dikeceğim” demesi kulaklarımda… 
2018’in Ekim ayında geçirdiği felçle hayata olan direnişini kaybetmişti. Güçlü bir adamdı o! Sert bir darbe yemişti onurlu duruşu ve doktorların Kasım 2018’de koyduğu teşhis: Beyin tümörü. 
Onun ayakta kalmasını sağlayan doktorların elinden bir şey gelmiyordu artık. 
..Ve 7 Şubat 2019’da İstanbul’da hayata gözlerini yummuştu.
48 yaşında…
Geçtiğimiz sene sosyal medya hesabından şu cümleleri paylaşmıştı namı diğer Baba Murat: 
“Enkaz altından kurtarılmış ve Bursa Vatan Hastanesi’nde ameliyata alınmıştım. Düşünüyordum o kâbus dolu geceyi… Enkazdan çıkmadan önce kızım Büşra ve kuzeni Esra’nın kurtarılması için saatlerce mücadele etmiştim. Eşim yanı başımda vefat etmiş, küçük oğlumu emzirirken. 1 yaşındaydı daha… O da ölmüş, ayaklarımızın dibindeydi. 3 yaşındaki kızım Nuray her gece korkudan yanımıza gelir bizimle uyurdu. Maalesef onu da kaybetmiştim. Enkazın altındaydım ve en sevdiklerim paramparça olmuştu yanımda. Ne yapacağımı bilmeyerek sadece dua ettim. Kurtarılmayı bekledim ve herkese seslendim. Kızım Büşra’nın sesi vardı sadece yıkılan yuvamın altında; başka ses alamadım. Yaralı olarak vatandaşlar tarafından kurtarıldım. Devlet hastanesine götürülürken anladım nasıl bir felaketin tanığı olduğumu. Bir ambulansta 4-5 kişi vardı. Her yer kan revan… Bursa’ya sevk ettiler bizi. O sıralarda kızım Büşra da Bursa Devlet Hastanesi’ne kaldırılmış… Haber alamıyorum ondan! Ailemden kalan tek bireydi ve kaybetmiştim. Yoktu!.. Onu aramaya mecalim kalmamıştı ki! Paramparçaydı çünkü bedenim. 3 gün sonra bulduk onu; yanıma getirdiler… Böbreğim susuz kaldığından beni ve kızımı Uludağ Üniversitesi’ne sevk etmişlerdi. Ortopedi bölümünde tedavi altına alındık. Ölüp ölüp dirildim ayağımı keseceklerini duyduğumda. Bana bilgi vermiyorlardı ve Eylül ayında ameliyata alındım. Kemal hocam, o büyük doktor. Elimi tutarak kulağıma fısıldadı: 'Ölürsek beraber ölürüz, bana güven.' Ameliyattan 4 gün sonra sargılarımı açtılar. Odadaki bütün doktorlar ağlıyor ve 'Kurtuldun' diyerek boynuma sarılıyorlardı. Ayağımı grefleyerek kurtarmışlardı. Ya et diğer parçayı kabul etmez, tutmazsa korkusu varmış. Ayağım kesilmekten kurtulmuştu. Diyalize de 2 buçuk hafta kadar girdim ve kefeni yırttım. Hayattaydım ancak eşim ve 2 çocuğumu artık göremeyecektim. Kızımla yeniden hayata tutuldum. Baba kız öyle mücadeleler verdik ki… Anlatılamaz bu! O çürük binaları yaparak binlerce insanın ölümüne neden olan şahısları her gece düşündüm. Ailemi çalan o kişileri, binlerce insanın canını bir avuç parayla değişenleri Allah’a havale ettim ben.”