Türkiye’de 9 milyonun üzerinde lisanslı sporcu varmış. 
Bunun da büyük çoğunluğunu tekvandocu ve satranç sporuyla uğraşanlar oluşturuyormuş.
Güzel bir gelişme amma velakin...
Bizim lisanslı sporcu sayımız kadar nüfusu olmayan hatta daha da yarısı nüfuslu ülkeler dünya, olimpiyat ve Avrupa şampiyonalarında tozu dumana katıp ülkelerinin bayraklarını göndere çekerken…
Biz acaba aynı başarıyı gösteriyor muyuz?
Bireysel başarılar dışında dünyaya kendimizi kabul ettirebildik mi?
Devşirme sporcuların başarısını bana Türkiye’nin başarısı diye kimse anlatmaya kalkmasın, kalbini kırarım ona göre…

***

Mesela bir İzlanda var… Adalardan oluşuyor ve topraklarının yarısından fazlasında yaşam yok. 
Bir zamanlar bu takımlarla alay ederdik hatırlar mısınız?
İşte manav, tren nöbetçisi, kasiyer ya da grosmarket yöneticisi diye…
İşte o dalga geçtiğimiz takımlar bize şimdi ülke olarak ders veriyor. 
Adamlar hatırlarsanız eğer biz Fransa’yı evire çevire yendikten sonra gittiğimiz deplasmanda iyi bir ders verdiler bize…
A Milli Futbol Takımımızı eli boş ülkemize gönderdiler…
Türkiye olarak dünyaya kendimizi kabul ettirdiğimiz bir spor dalı var mı acaba?
Kesinlikle yok…
Hep birkaç bireysel isim dışında bireysel rüzgarlara kapıldık, tebessüm ettik…
Dünya üçüncüsü olduğumuz 2000’li yıllardan sonra…
Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğundan sonra hâlâ böyle bir başarı bekleyen var mı? 
Diye soracak olursak…
Kesinlikle hayır cevabını duyar gibiyim…
Çünkü gençlerimize güvenmiyoruz.
Sporu tabana ve okullarımıza yayamıyoruz.
İşte bunu yaptığımız zaman dünya şampiyonlarımızı, olimpiyat şampiyonlarımızı alkışlamaya hazır olun. Yoksa günlük saman alevi başarılarla kendimizi avutmaya devam ederiz.