“İnsanların dış görünüşüne bakıp aldanma, asıl resim içinde saklıdır. Dışı sadece bir manzaradır” demiş Mevlana…

Bu konuda birçok düşünür yazmış, çizmiş de biz ne olursa olsun bildiğimizi okuruz. Çünkü bizi biz yapan en önemli şey insanları dış görünüşüne göre yargılamak. Ben öyle değilim sakın demeyin! Çünkü sen de öylesin, o da öyle…

Bir insana yaklaşmadan önce ister istemez uyguladığımız on eleme safhasıdır. Hemen herkesin yaptığı ama birçok kişinin de eleştirdiği günlük çelişkilerden birisi.

Birini ilk defa tanığımızda onun hakkında ilk bilgi sahibi olacağımız dış görünüşüdür. Birini tanımak, fikirlerini, hislerini, zevklerini paylaşmak, anlayabilmek zor bir iştir.

Biz genel olarak hiç kimse hakkında hiçbir şey düşünmeden edemeyiz Birkaç kez gördüğümüz, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz birini sorduklarında ‘bilmem, çok tanımıyorum’ dediğimizde bile tam olarak nötr değiliz.

Yoldan geçen insanların bile nasıl bir hayatları olabileceği konusunda bir fikrimiz vardır nereden çıkarıyorsak. İstem dışı gerçekleşen saçma sapan bir olaydır bu. Çünkü ne kadar insanların dış görünüşüne göre yargılamıyoruz desek de eğer tanımadığımız bir insanın yaşamı hakkında fikrimiz varsa, işte bu tam da böyle bir şeydir.

Benim bu konuda anlatacaklarım bu kadar da gelin şimdi bir hikayeyle aslında dış görüşün ne kadar aldatmaca bir hile olduğunu anlatayım!

“Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığın içine ezip büzerek yerleştirmişti. Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince başköşeye geçirilmesini istiyordu. Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü. Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... Fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi. Parça parça bezler, yünler, deriler... Hep o sarığın içine gömülmüştü. Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken, hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu. Fakih, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı. Fakih arkasından bağırdı: Oğul, sarığı çöz de öyle götür! Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi bir aç da gör! Onu, elceğinizle bir aç, ovala da sonra götür, sana helal ettim! Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola bez parçaları dökülüverdi!... O bir şeye yaramaz, o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı! Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi. Fakih dedi ki: “Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!”