Çoğaltmak lazım gökyüzünde kuşları, suda balıkları, yüzlerde gülümsemeyi, kalplerde sevgiyi, dünyada iyi olan, güzel olan her şeyi…
Çocuklar... Hayatımızın en değerli varlıkları. Özendiğimiz, kol kanat gerdiğimiz, her türlü özveriye katlandığımız, aşkla bağlı olduğumuz can parçaları…
Çocuklarımızı hayata hazırlamak önemli görevlerimizin başında gelir. Onların iyi bir eğitim alması, okuması ebeveynler için vazgeçilmezdir. 
Eğitimin başlangıcı ise ilk ve orta öğretimdir. Onların kişiliklerinin ve temel özelliklerinin büyük bölümü bu dönemde yerli yerine oturur, şekillenir. 
Eğitim gören çocuklarımızın sayısı onlarca ülkenin nüfusundan daha fazla. Peki, gelecekle ilgili bize umut vermesi gereken bu muazzam birikime yanıt verebiliyor muyuz?
Onları sağlıklı yetiştirebiliyor muyuz?
Eğitimimiz çağdaş, üretime dönük, pozitif bilimlerden yana bir sisteme kavuştu mu? Çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerin durumu ne halde? 
Maalesef bu sorulara, kimi farklılıklara rağmen hâlâ olumlu yanıt veremiyoruz.
Ayrıntıları irdelediğimizde durum hiç de toz pembe değil. 300 binin üzerinde çocuk ‘zorunlu’ olmasına rağmen okullarda eğitim öğretim alamıyor. 
Orta öğretimde 14–17 yaş grubunda ortalama 3 milyon çocuk örgün öğretimin dışında.
İlköğretim çağındaki nüfusun yaklaşık yüzde 5’i orta öğretim çağındaki nüfusun ise yüzde 42’si eğitim hakkından yararlanamıyor. 
Anadolu liseleri anlamını yitirdi, sınıfların doluluğu, öğretmen açığı...
Sorunlar daha çok uzatılabilir.
Okula gidemeyen veya gönderilmeyen çocukların durumunu inceleyen araştırmacılar, asıl nedenin ‘yoksulluk’ olduğu gerçeğine varıyor.
Okula gidemeyen her 5 çocuktan 3’ü kız.
Yine bir acı veren gerçek, devlet, ilköğretim çağındaki engelli çocukların büyük çoğunluğuna eğitim olanağı sağlayamıyor.
Çocuk yoksulluğunun OECD ortalamasının iki katı yani yüzde 25’lerde ölçüldüğü ülkemizde, devletin öncelikli sorumluluğu çocukların nitelikli, parasız, bilimsel eğitim almalarını sağlamaktır. 
Ayrıca çocukların kendilerini özgürce geliştirecekleri nitelikli, parasız sağlık hizmetine ve yeterli beslenme olanaklarına kavuşmaları gerekir.
Çocuklar ancak böyle bir ortamda kendi düşünce ve inanç sistemlerini özgürce belirleyebilecek yaşa geleceklerdir. Ancak o zaman eğitim insanı özgürleştirme alanı olabilir.
Milli Eğitim’de bakanlarla birlikte politikalar da değişiyor. (Ben şu an görev yapan Milli Eğitim Bakanımızdan tüm eğitim camiası ve duyarlı öğrenci velileri gibi oldukça umutluyum.)
Siyasal ve ekonomik sistemimizdeki çarpıklık ve yapısal sorunlar öncelikle eğitime direkt yansıyor. Oysa eğitime ayrılan kaynaklar hâlâ son derece az. Bütçeden ayrılan payın ortalama yüzde 70’e yakını personel masraflarına gidiyor. 
Türkiye’de ilk ve orta öğretim öğrencilerinin yaklaşık yüzde 80’i devlet okullarında okuyor. Dolayısıyla bizi geleceğe taşıyacak insan kaynağının ana lokomotifi de bu okullar. Devlet okulları genel olarak perişan, ayrıca adı konmamış bir özelleşme süreci de yaşanıyor. 
Eğitimin masrafları fiilen velilerin sırtına yüklenmiş durumda. Bu gibi sorunları daha da sıralamak mümkün. Allah önce anne babaların sonra da çocuklarımızın yardımcısı olsun.
Yaşamda tüm zorluklara rağmen biliyorum ki tüm anne babaların tek isteği çocuklarının geleceğini en iyi şekilde hazırlayabilmek...

Günün Sözü:
“En zor okul hayat okuludur. Hangi sınıfta olduğunu, bir sonraki sınavın ne zaman olduğunu asla bilemezsin. Kopya çekemezsin. Çünkü kimsenin sınav kağıdı seninkiyle aynı değildir.