Onların ufacık elleri, ufacık yürekleri ve ufacık hayalleri var. Onlar o minicik elleriyle, minicik yürekleriyle yaşamaya tutunurken öldürülüyorlar. Peki, neden öldürülüyorlar o minik yürekler?
Para, hırs ve sınırlar… Bu üç şey yüzünden küçük canlara kıyılıyor. Bu üç şey yüzünden savaşlar yapılıyor ve binlerce çocuk ölüyor. 
Hani derler ya herkesin kalbi yumruğu kadardır diye… O çocukların da kalpleri var yumrukları kadar ufacık ve minicik. Ben onları Irak’tan, Suriye’den, Filistin’den, Afganistan’dan ve Hiroşima’dan tanıyorum. Onlar savaş nedir bilmezken, yaşanan şeyin oyun olduğunu zannederken canlarına kıyılıyor. Tel örgülerin arkasından bakarken bombaların onları öldüreceğini bilmezler. 
Anneleri ve babaları ölürken hâlâ oyun oynadıklarını zannederler. Bu da o oyunun bir parçası zannederken kendisine sıkılan bir kurşunla oyuna veda ederler. Savaşın çocukları hayata 1-0 yenik başlar. Hiçbir zaman sevmeyecek, bombanın da indiği o gökyüzündeki ışıl ışıl yıldızları bir daha seyredemeyecekler. Onların gözlerinde artık sevgi yok, korku var. Küçücük bir canın yaşadığı ölüm korkusu…
Masum olmalarına rağmen sırf birilerinin çıkarları için öldürülüyorlar. 
Çok şey söylenmesi gereken konuyken aslında kelimelerle anlatımayacak kadar da acı bir mevzu. Hiroşima’da atom bombasıyla yedi yaşındayken öldürülen kız çocuğunun on yıl sonraki barışa çağrısını anlatan Nazım Hikmet’in ‘Kız Çocuğu’ şiirindeki gibi: “Kapıları çalan benim, kapıları birer birer. Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler. Hiroşima'da öleli, oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar. Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu. Benim sizden kendim için, hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki, kâat gibi yanan çocuk. Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.”

*** *** ***

Özgür olmak istiyorsanız affedin!
Yaşamımızda birçok kez duymuşuzdur sevdiği adama kaçan kızını affetmeyen babayı, bir miras uğruna kardeşine küs olan ağabeyi ya da beraber büyüdüğü arkadaşının en büyük hatasında hayatından silen arkadaşı… 
Tabii bunlar gibi birçok örnek varken, affetmenin önemini neden hiçbirimiz anlamıyoruz ve hâlâ affetmemeye yemin etmiş gibi affetmiyoruz. Affetmeyerek kendimizi mahkum ettiğimizin farkına varmıyoruz. 
Ne kadar zor gelse de birini affetmek, insanı özgürleştirir. Affetmek kolay değildir fakat insanın özgürleşmesi için gereklidir. Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır. Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek o kişiyi sevmek değil, onunla konuşmak zorunda olmak değil, onun beklentileri doğrultusunda davranmak değil, onu suçsuz bulmak değildir. Affetmek nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
Bu kişiler affetmeyerek en büyük hatayı kendilerine yapmaktan vazgeçmiyorlar. Özgür değiller düşüncelerden, özlemden ve acabalardan… Tesadüfen okuduğum ve tamamen bu konuyu anlatan bir hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum. 
Hikaye şöyle… 
Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir süre sonra, genç adam, uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkûm olduğunu açıklamış. Mahkûmiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki, ne ziyaretine gelmişler ne de bir mektup yollamışlar. Ama mahkum, ailesinin fakir oldukları için seyahat edemediklerini, cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş. 
Ailesinin işini kolaylaştırmak için, kendilerine mektup yazıp tren kasabalarının eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse, raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa, hiçbir şey yapmayacaklar, o da trende kalıp başka memleketlere gidecek, belki de bir serseri olacakmış. 
Tren, kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki, pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş. Bir dakika sonra elini genç mahkûmun koluna koymuş, “Şuraya bak” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş. “Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş.” 
O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuş. Affetmezseniz sevemezsiniz. Sevgisiz hayat da anlamsızdır.
Çocuk yüreğiyle kalın…