Her pazar olduğu gibi bugün de sizlere kıssadan hisse çıkaracak bir hikâye aktaracağım.

Keyifle okumanız dileğiyle.

Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ‘ölse de, kurtulsak’ diyorlardı.

Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu.

Her gün biriyle kavga ederdi.

Adam iyice yaşlanmıştı artık. İyice zayıflamıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ‘ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin’ diye yalvarıyordu Allah’a…

Duası bitmek üzereydi ki kapının çalındığını duydu.

Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç bela sedire kadar taşıdı.

Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü…

Kadın kocasının başında ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.

Kalktı, imamın evine gitti.

– ‘Hocam…’ diyebildi hıçkırarak.

Söyleyemiyordu ama imam efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.

– ‘O bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini’ deyip kapıyı kapadı.

Kahroldu kadın. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.

Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.

Hışımla yaklaştı muhtar:

– ‘Onu nereye götürüyorsun’ dedi… ‘Mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden…’

Kadın cenazeyi tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.

Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;

– Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada…

Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.

Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.

Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.

Çobana dualar ederek evine döndü.

Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ‘İmam Efendi, İmam Efendi…’ diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.

– ‘Bir rüya gördüm’ dedi muhtar, ‘Hocam o berduş, o serseri adam cennetteydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun’ diyordu.

Rüyayı duyan imamın benzi attı, kendisi de aynı rüyayı görmüştü.

Köyün delisi koşarak geliyordu, bir yandan da bağırıyordu:

– Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda…

Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?

Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.

Kadın her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.

Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ‘Hayırdır inşallah’ dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.

Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.

Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu…

Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;

Allah’ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım.

Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla…

Allah (c.c.)hepimizin karşısına her daim iyi insanlar çıkarmayı nasip etsin…

Allah (c.c.) bize adaletiyle değil merhametiyle muamele edenlerden eylesin inşallah.