Bir ülkenin gelişimi, daha çok o ülkedeki eğitim düzeyinin yüksekliği ile orantılıdır. Ne acıdır ki geçmişten günümüze kadar eğitim yönünden Büyükşehirlerde yaşayanlar, her zaman bir adım önde olmuşlardır. Bu yüzdendir ki özellikle dağ yöresinde yaşayan birçok aile çocuklarının geleceğini düşünerek yörelerini terk edip, Büyükşehir'e göç etmek zorunda kalmışlardır. Dağ yöresinde eğitimde görülen bu yetersizlikler ne yazık ki günümüzde de yörenin talihsiz kaderinde yine ön sıralarda yer almaya devam etmektedir. Bununla ilgili çözüm arayışları mutlaka olmuş ve olmaya devam edecektir. Eğer bu çözüm arayışları kısa zaman içerisinde bir sonuca ulaştırılmadığı takdirde üzülerek belirtmem gerekir ki dağ yöresi belirli bir zaman sonunda çocuklardan, gençlerden mahrum, adeta bir yaşlı huzurevi görünümüne dönüşecektir.
  Eğitimden bahsetmişken sosyal medya da kendisini uzun zamandır büyük bir beğeni ve takdir ile takip ettiğim genç kardeşim, Mehmet Onur Yılmaz'ın bir yazısı dikkatimi çekmişti. Buram buram eğitim ve felsefe kokan o güzel yazıda; “Düşünüyoruz ve düşündüklerimizi çoğu zaman dile getiriyoruz, hatta düşündüklerimizi gerçekleştirmek için harekete geçiyoruz.
Düşünmek, insanların büyük çoğunluğu için acıkmak, susamak, bakmak gibi, kendiliğinden gerçekleşen eylemler gibi, değerlendiriliyor. Düşünmek gerçekten de hiçbir çaba sarf etmeksizin yapabildiğimiz edimler gibi midir?
Gözlerim açıkken nasıl görebiliyorsam, tıpkı bunun gibi, hiçbir çaba harcamadan düşünebilir miyim?
Benim cevabım olumsuz. Ama çoğunluk için cevap olumlu.
Düşünmek, insana özgüdür. Eğer, düşünmeyi, hayvanların kendiliğinden fark ettiği acıkma hissine indirgersek, bu erdem insana özgü olmaktan çıkar. Hatta doğanın dengesi ve düzenine bakarak, bu gerçekliği düşünme ile ilgili olarak kabul edersek, gerçekten de düşüncesiz bir varlık kalmaz.
Peki insan nasıl düşünüyor ki bu düşünce erdemi diğer varlıklarda olmayan bir edim?
Kendiliğinden ve rastlantısal olanı, düşünme ediminden temizlemek isteyen insan, düşünmeyi düşünür. İnsanı diğer canlılardan ayıran bu yetinin, yani neyi, nasıl düşündüğünün düşünülmesinin adı felsefedir.
Bu tanımla, herkes felsefeye mecburdur. İnsan, gördüğünün, duyduğunun, hissettiğinin ne olduğunu anlamak için hiçbir şey yapmayabilir. Gördüğü ile, duyduğu ile, hissettiği ile yetinip, arkasını aramayabilir. Elinde ne varsa o. Çaba sarf etmeksizin, kendiliğinden diye vurguladığım husus bu.
Düşünme yetisini kullanmayan insan, bu durumla yetinebilir. Çoğunluk yetiniyor zaten.
Doğru-düzgün düşünme derdinde olanlar, felsefeye mecbur olduklarını hemen fark ederler: Hayatın, insana bir imkân olarak sunduğu kendiliğinden ritmini, kendilik-bilinci ile kesintiye uğratırlar.
İnsanlar, düşündükleri üzerine düşündüğünde, doğru düşünme için bir zahmete katlanacaklarını görür. Düşünmekten insanları soğutan bu zahmettir.
Bu zahmete katlanmayan insanlar, bunun bedelini, doğru-düzgün yaşamamakla öder. Düşünme ve yaşam arasında kopmaz bir bağ vardır. İnsanların yaşamı, diğer türlerden farklı olarak, uygarlık içinde olur. Tarih, insanın bu zahmetli düşünceyle ürettiği uygarlık için, yine insan tarafından tutulan çeteledir.
 Dini, sadece din görevlilerin işi zanneden modern insan, kendini, felsefe konusunda da aynı masalla uyutuyor. İş bölümü gereği ibadeti din görevlisine; düşünmeyi felsefecilere bırakıyor! Hem bu dünya için çalışmıyor hem de öte-dünya için, garip...''diyor ve bence de çok doğru söylüyor...

Günün Sözü:
''Devlet, bir yatırımdan fazla bir şeydir; amacı, yalnızca yaşamayı olanaklı kılmak değil, yaşanmaya değer bir yaşamı sunmaktır...!!!(Aristoteles)''