14 Şubat 2015 yılında ‘Senin İçin Ölürüm’ başlığıyla bu hikâyeyi yazmıştım. Yani bin doksan altı gün önce. O dönemde aynı gazetedeydik. Yazının altında yorum yapmış, ‘Çok sevdiğim ve oldukça ağlatan bir hikaye… Aslında biraz daha geniş ama… Sevgili Mehmet Çetinkaya bu hikayeyi tam gününde kaleme aldığın için yüreğine sağlık’ diye yazmıştı.

Metin (Carav) Abi'nin çektiği aşk acısını çok az kişi bilirdi. Sessiz sedasız kendi halinde idi...

Hep bir umudu vardı geleceğe, sevgiye, aşka dair ama...

İşte o ama kısmını ne siz sorun ne de ben söyleyeyim.

20 Mart 2016’da belki yakalandığı amansız hastalıktan, belki de sevgilisine ulaşamamaktan çektiği acılarla Hakk'a yürüdü... 696 gün oldu aramızdan ayrılalı…

Allah (c.c.) rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun…

Onun anısına ve hatırasına bu ibret dolu hikâyeyi sizlerle paylaşıyorum...

İşte hikâyemiz...

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç...

Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında...

Sırf birbirlerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...

Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri, hiçbir şeyi umursamadılar.

Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğruna bitip tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki...

BÜYÜYEN SEVGİYE NE ENGEL OLUR

Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olamayınca, “bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur” diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... “Senin için ölürüm” derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam “Hayır, ben senin için ölürüm” diye yanıt verirdi hep...

Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, “Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...” Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, “Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma.” Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten...

Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar çok olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı.

Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde satılık levhası asılı olan.

“Ne dersin, bu evi alalım mı?” dedi adama. “Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...”

TUHAFLIKLAR BAŞLIYOR

Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?” diye cevap verdi adam, “Yurtdışındaki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçiyi... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...”

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla…

Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: “Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...”

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, “Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat” diye dil döktü boş yere...

Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...

Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, “Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım” diye sözünü kesti arkadaşı: “O seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki lokantada genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...”

Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları” diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı...

O NASIL SARILMAK ÖYLE

Ertesi gün, öğle vakti o lokantanın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının, sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, “Son bir kez kucaklamak isterim seni” diyecek oldu ama kadın, “Defol” dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar... Bir aşk hikâyesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte yurtdışına yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hâlâ sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar kuvvetli bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.

Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.

Sen, buraya ne yüzle geliyorsun” diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

“Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor” dedi genç kadın.

Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl yurtdışına gittiği kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte yurtdışına yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...”

SENİ SEVMEKTEN VAZGEÇMEDİM...

Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu mayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kâğıt duruyordu kutuda.

İlk kâğıtta,

“Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem” diyordu...

Sırayla okudu...

Seni çok sevdim.

Seni sevmekten hiç vazgeçmedim.

Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.

Fakat benim için ölmeni istemedim.

Şimdi bana söz vermeni istiyorum. Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?”

Son kâğıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kâğıtta şunlar yazılıydı:

“Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni seyrediyor olacağım...”

İşte sevgi, işte bağlılık… Sadece ayda yılda bir gün ile sevgili olunmuyor.

Ne mutlu bir ömür sevgiyi besleyenlere, yaşatanlara…

Ne Mutlu gerçek sevgiyi ve sevgiliyi bulanlara…