1 Haziran itibarıyla atılan normalleşme adımlarının neticesinden bahsetmemeyi düşünüyorum köşemde…

Sağlık Bakanı Koca’nın uyarılarına rağmen rehavete kapılan vatandaş, vaka rakamlarının da artışına neden oldu malum.

“Bana bir şey olmaz” düsturuyla yaşayan birkaç sorumsuz, binlerce insanın sıkıntısına neden olacak belki de…

Bu ‘birkaç sorumsuz’ sayısı yüksekse vay halimize!

Devlet, elinden geleni yaptı şüphesiz ki…

‘Koca’man uyarılar yapılarak, “Maskeni tak, sosyal mesafeye dikkat et ve hijyen vazgeçilmeziniz olsun” denildi mi?

Denildi.

O zaman biraz dikkat!

Maske takmayarak, “Sosyal mesafe hak getire, bu ne hal” dedirterek ne intihar edin, ne de cinayete teşebbüs edin.

Ne dedi, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “Kul hakkıdır bu.”

Kendi sağlığımızın yanında, başkalarının sağlığını da tehlikeye atmamızı kul hakkı diye yorumladı Erbaş.

Evden çalışma şansın ya da kronik bir rahatsızlığın varsa evde kal. Sokağa çıkmak için çok sabırsız haldeysen de maskeni tak ve sosyal mesafeye dikkat et.

Biraz fazla tekrar etmiş olduk herhalde.

Lazım!..

***

Okuduğumuz haberler, “2019 Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde başlayan ve tüm dünyaya yayılan corona virüs can almaya devam ediyor” diye başladı hep; korktuk!

Belki çok klişe olacak ama bu virüs ne zengin dinledi, ne de fakir…

Parayla alınabilecek bir ilacı yoktu çünkü(!)

Girdiği bünyeyi güçsüz bulan virüs nice canlar aldı, almaya da devam edecek.

Dermanı ne de basitti oysaki: Sık sık ellerimizi sabunla (20 saniye kadar) yıkamak, sosyal mesafeye dikkat etmek, maske takmak.

Saatler gece yarısını gösteriyordu ki kapımız çalındı. Kapıyı çalan kişi mücadelenin önder isimlerinden Sağlık Bakanı Fahrettin Koca idi…

Covid-19 artık Türkiye’deydi! (10 Mart)

Hemen ertesi gün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında tüm bakanlar acil toplandı. Alınması gereken tedbirler görüşüldü, 5 saat kadar.

Vatandaş ürktü tabi!..

Peki, bundan sonra ne olacaktı? TV’lerde gördüğümüz Çin ve İtalya halleri birer korku filmi değildi nihayetinde. Buz gibi bir gerçekti! İşte, bu zamanlarda ise felaket tellalları çıktı yine ortaya.

Merakla beklerken kapımız yine çalındı. Düşen 1 damlanın sudaki halkası daha da mı büyüyecekti?

TV’lerde son dakika kırmızılıkları: “İlk vakanın ailesinden üç kişinin daha koronavirüs taşıdığı tespit edildi” Tarih: 13 Mart.

Umre’den dönenler devlet yurtlarında karantinaya alınmıştı ki…

16 Mart itibarıyla, camilerden tutun da kahvehanelere kadar çok sayıda yer geçici bir süreyle kapatıldı.

Küçük esnaf aldı o gün başını iki el arasına ve tek bir dua: “Allah yar ve yardımcımız olsun!..”

..Ve 17 Mart tarihi geldi çattı…

Türkiye’deki ilk Covid-19 ölümünü yaşadık. TV kanallarının alt yazısında son dakika diye geçiyordu titreyen yüreklerimiz, “Çin temaslı 89 yaşındaki bir hasta koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirdi” diye; o gün, toplam vaka sayımız 98’e yükselmişti.

İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.

Doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımız ise muazzam bir mücadele verdi bu zorlu süreçte. Mücadele bir yana can verdiler, can…

Çünkü düşman görünmezdi! Topla tüfekle müdahale edilemezdi ki…

Sağlık çalışanlarımızın önünde tüm süper kahramanlar saygıyla eğildi.

Pelerini yoktu onların ama iman dolu yürekleri vardı ve evlatlarına hasret kaldı bu insanlar.

Neyini anlatayım? İşte öyle bir süreç…

Allah hakkı için, onların çabalarını boşa çıkarmayalım!

Güneşi görünce hayallere dalan liseliler gibi şımarmayalım! Ne o öyle maskeler çenede, bilekte

Olmaz!..

 ***

Neyse, ben size pandemi sürecinden bahsedeyim biraz...

Vatandaş olarak bir karne verelim değil mi?

Hadi bakalım!

Marketlerden manavlara, tekstil ürünü satan mağazalardan kasaplara…

Artık her şey tek tık ötemizdeydi. Biraz pahalı da olsa…

Ülke insanının sağlığını korumak için yetkililer her yaptığı açıklamada konunun altını ivedilikle çizdi: Evde Kal Türkiye.

Hafta sonları ve resmi tatillerde evlerimizde kaldık. Ramazan ayında pide kuyruğuna giremedik mesela, dostlarımızı iftar sofrasına buyur edemedik.

Yarım saat ötede oturan yakınlarımızı akıllı telefonlarımızın kamerası aracılığıyla görerek hasret giderdik.

‘e-ticaret’ altın dönemini yaşadı, pratik olması nedeniyle.

Temassız ödeme imkânı ise öne çıkan mühim detaylar arasındaydı.

Dışarı çıkmaya korkuyorduk ve çok sayıda market denedik, telefonlarımıza indirdiğimiz uygulamalar sayesinde. Gözümüzden düşenler de oldu, gönlümüzün köşesine taht kuranlar da… Fırsatçılara da söverek günaha girdik tabi.

Kimmiş bunlar?

 

TEK RAKİPLERİ THY OLSA GEREK

İlk önce Yemeksepeti Banabi’yi denedik dışarıya adım atmaya korkuyorken. Adamlar ışık hızında hareket ediyorlar. Canınınız dondurma çektiğinde çekinmeden bu uygulamayı indirebilirsiniz. Erimeden kapınızda! Zilimize basan Banabi dostlar, pembiş kıyafetleriyle çok sempatikler öncelikle ama birkaçının eldiven ve maske kullanmadığını görünce (çoğu zaman) korkuyla aldım ürünleri mutfağıma. Ürünlerin bir tık pahalı olması da kafa karıştıran diğer bir unsur. Evet, Banabi’ye karne notum 10 üzerinden 7.

PEMBELERE KARŞI MORLAR

‘Banabi’ dostların bir de rakipleri var: Getir. Mottoları da “getir bi mutluluk” bu arkadaşların. Onların da kıyafeti mor olmalı, yanılmıyorsam. Getir’den hizmet almadım. Bu nedenle fazla yorum yapmayacağım ama iddiaya göre ürünleri biraz pahalıya satıyorlarmış. “Bir arkadaşım söyledi” bunu da…

BİR KURT NELERE KADİR

Migros da bu süreçte hizmet veren kurumlar arasındaydı. “Kapıda ödeme şansı” olmadığı için çok fazla tercih edilmedi ancak… Yakın bir dostum kullandı. Gelen ürünlerden ve alınan tedbirlerden memnundu. Aylar önce alışveriş yapmak için gittiğim Görükle Migros’un ürünlerinin kurtlanmış olması aklıma nasıl kazınmışsa, tercih etmedim.

ADETA ‘ŞOK’ OLDUM

Bir gün komşular söyleniyor balkonda, “Şok’un da eve teslim hizmeti varmış” diye… Kulak misafiri olur olmaz hemen indirdim uygulamayı. Market de yakındı zaten, dondurma söylemediğime pişman olmuştum. Neyse, 1 saat kadar bekledik. Ne gelen var, ne giden? Eleman aradı tabi bizi: “Ev neredeydi abi?” Hemen marketin 2 sokak üstünde olduğumuzu söyledik. Balkona çıktım ve yaklaşmış olan arkadaşımızı yönlendireyim dedim. Çocuk geldiğini söyledi ama ben bir araç vs. göremedim. Sonra Şok’tan bir daha alışveriş yapmama kararını aldığım o fotoğrafa şahit oldum. Zayıf, gözlüklü bir genç alışveriş sepetini kan ter içinde yokuş yukarı çıkarmaya çalışıyor. Bizim birkaç parça ürünümüzün yanı sıra, başka siparişlerle de dolmuş tabi sepet. Neyse, delikanlı yukarı çıktı. İstem dışı özür diledim. “Korona var abi; biz getiririz. Ne olacak ki” dedi. Market bünyesinde bu süreçte araç bulunup bulunmadığını sordum… “Yok, abi! Böyle gönderdiler. Öğrenciyim ben de. Gidemedim memlekete. Harçlığımı çıkarmak için yeni girdim buraya. Acemiyim diye geç kaldık biraz” diyerek, içimi parçaladı genç adam. Defalarca özür diledim, “Böyle olduğunu bilsem, sipariş vermezdim” dedim. Oruçlu olduğunu da su takdim etmek istediğimde öğrendiğim gence utana sıkıla, “Hakkını helal et kardeşim” dedim ve uğurladım ama vicdanımdaki o yarayı henüz iyileştirmiş değilim. O gün itibariyle de o marketten alışverişi kestim. Tabi bu anlattığım olay bu markanın bir şubesiyle alakalı. Asla geneli yermek adına yazmıyorum. 10 üzerinden 4 veriyorum onlara. O 4 puan da genç kardeşimin alın teri için…

BİLDİĞİN “YATIRIMLIK” KARPUZ

Karantina günlerinde öyle bir gün geldi ki ağzımız açık kaldı. “Bursa Manav” uygulamasını indirerek, istediğimiz sebze ve meyveyi seçiyormuşuz da, evimize getiriyorlarmış. “Yahu onu da deneyelim” dedik ve akıllı telefonumuzdan tercihlere başladık. Bir baktım karpuz var. Parmaklarım kırılaydı da o karpuza tıklamayaydım. Kilo görselinin karşısındaki ücret pahalı gelmedi ne bileyim! Ertesi gün ürünler geldi. Aldık evimizin balkonuna. Ürünler taze, kasada… Her şey dört dörtlük ama tabi var fiyatlarda bir “fırsat” dokunuşları. Karpuzla göz göze geldik… Kocaman!..

KABUKLARINA KIYAMADIM

Dedim ki: “Benimsin!”

Fakat… Fişe bakınca son kullandığım kelime içime kaçtı zaten.

Hayatımda ilk kez 64 TL’ye karpuz almış da olduk. Sırf merak ettiğim için malları teslim eden çocuğu aradım… “Abi, en küçük oydu baktığımız yerlerde. Faturada bir hata yok.”

Ata öğüdüdür, eve giren cansız ise çıkamaz. Kestik yedik. Ne tadı vardı, ne de tuzu dostlar! Para boşuna gitmesin diye kabuğundan reçel yaptık biz de… 10 üzerinden 6 buçuk manav kardeşe!

 

‘ÖZHAN’ AİLENİZDEN BİRİ

Gerçekten de öyle... Bunlar ne temiz, ne kibar insanlar arkadaş! Uygulamayı indirdiğim günden itibaren, diğerlerini unuttum. Aldıkları tedbirler, getirdikleri ürünlerin tazeliği… Her şey dört dörtlüktü inanın! Adı şimdi aklıma gelmedi ama Özhan Görükle’deki bir abimden bahsedeceğim size. Bir sipariş sonrasında gelen ürünleri balkona koyarken, altılı soda paketinin köşesinin yırtılması yüzünden (Ürünleri çıkarırken ben bile yırtmış olabilirim) bir şişe yere düştü. Aradım ve açtım ağzımı yumdum gözümü. Ertesi gün kapım çaldı ve Özhan gönüllüsü abimle tanıştım. Elinde 1 adet soda ve minik bir poşete koyduğu bozuk paralar vardı. “Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz ama kusurumuz varsa hakkınızı helal edin” dedi… Bir müşteriye değer veriliyordu ve bu eylem belki de kapıma gelen bu görevlinin tercihiydi. Özhan’da bu tür insanlar görev alsın. Sırtları yere gelmez, asla! ‘O kadar kusur kadı kızında da olur’ diyor ve Özhan Market’e 10 üzerinden 9 veriyorum.

***

SADECE ‘SÜRAT’Lİ OLMAK YETMEZ!..

Kargo şirketleriyle de çok işimiz oldu tabi bu süreçte. Tek bir kargo şirketi var sınıfta kalan: Sürat Kargo. Hani, “Beceremiyorsanız kapatın gidin” diye bir söz var ya! Bu sözü bir işletme için her zaman sahadaki elamanları kurdurur. Sürat Kargo’yu kuranların ve başındaki insanların asla suçu yok bu yapacağım açık şikâyette.

En değerlimin doğum günü için bir hediye almıştım… 18 Haziran Perşembe verildi kadroya…

19 Haziran 2020 tarihinde telefonum çaldı ve Allah yukarıda şahidim 40 saniye içinde geri döndüm. Bir aramadaydım çünkü ve bir kişi aramadaysa, arayan kişi “Ha biriyle görüşüyor” der, bekler değil mi? Yine arar…

Telefonu açan şahıs, “Kargo için geldim, yoktunuz! Alırsınız şubeden kargonuzu” diye bağırdı, gayet yüksek sesle. Dayanamadım ve sesimi yükselttim tabi ben de bu terbiyesiz canlıya!..

Yahu arkadaş, adresim belli, kat ve daire numarası yazıyor. Yani, bu nasıl bir cahillik ve işini doğru yapmama durumudur da farklı zile basıyorsun? Ki ben inanmıyorum o araçtan indiğine. 40 saniyede ne kadar uzağa gidebilirsin ki frenine basmıyorsun da “Haktır, harama girmesin maaşım. Teslim edeyim” diyemiyorsun. Bu nasıl bir ego, bu nasıl bir işini kötü yapmak, bu nasıl bir temsil?

İsminin Ümit olduğunu söyleyen bu şahsiyet, Görükle’ye kargo dağıtıyordu o gün.

..Ve ben, “Senin kargonla uğraşamam, daha onlarca malzeme var elimde. Git al şubeden” demesini unutmayacağım bu Ümit isimli şahsın ki adı gerçekten de Ümit ise… Durum çok ümitsiz malum!

Ben şubeye gideceğim ve 15 TL fazladan ödeyeceğim öyle mi? Kapıma gelmediği için ödeme yapmama kararı aldım. Bakalım ne olacak?

Evet, sevgili dostlar…

Bu süreçte bizler evlerimizde kaldık ama hayatımızı paylaştığımız pek çok kurum da sınıfta kaldı. Gönüllerde taht kuranlar ise dualarımızda.

Ne demiş, her adımı sadakat kokan güzel insan Tapduk Emre: “Yol bu, yola çıkıp varmayan, yoldan çıkıp varan yoktur. Yolu sorar isen, yol tektir. O da Hakk'a doğrudur.”

Bu süreçte yolumuz bir! Allah korkusu ile hareket ederek terlersek bu yolda, başaracağız. Çabaları boşa çıkarmayalım!

Vesselam...